turk.jpg

HiKAYELER

ANASAYFA
HAYATIM
SiiRLERiM 1
SiiRLERiM 2
FOTO GALERi
SESLi SiiR
RESiMLi SiiR
TURKUAZ
ROMANTiK SiiR
GÜZEL SÖZLER
CEP MESAJLARI
SENi SEViYORUM
BiLiYOR MUYDUNUZ?
FIKRALAR
HiKAYELER
BANA ULASIN

GELİN VE KAYNANA
Gül verenin elinde gül kokusu kalır

Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar. Bu, Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrede tepkiyle karşılanır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin- kaynana kavgalarından ev, o ve eşi için cehennem haline gelmiştir.

Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın, doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ekstre hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kaynanası icin yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler.

Zehir az az verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

Sevinç içinde eve dönen Li-Li, yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekler yapıyor. Kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu.

Genç kadın kendisini ağır bir yük altında hissetti. Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir yapması için yalvardı. Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.

Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Liye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı: Sevgili Li-Li dedi, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı; böylece siz gerçek bir ana-kız oldunuz. dedi.


Kıssadan hisse:

Eski bir Çin atasözü şöyle der:

Gül verenin elinde gül kokusu kalır.

Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.

SEVGİNİN GÜCÜ
Hikaye: Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların
gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin,
çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı
ormanlardan birinde güzel bir göl vardı.
Suyu berrak mı berrak, serin mi serin... Gölün kıyısında
hayat bulmuş boynu bükük papatya, yanıbaşında
o eşsiz büyülü suyun içinde açmış olan, en az kendi
kadar yalnız görünen nilüfer çiçeğine sevdalanmıştı.
Onun görkemli görüntüsünü, saf, masum,
asaletli halini hayranlıkla seyrediyordu her gün.

Nilüfer çiçeği de kayıtsız değildi sevgili
papatyasına karşın. Birbirlerine sevgiyle bakıyorlar,
şarkılar söylüyorlardı birlikte. Yalnızlıklarını
unutuyorlardı şu koskoca orman içinde...

Tanrım, diyordu papatya içinden kimi kez.
Bu güzelliğin yanında benim yerim nedir ki?
O suyun içinde yaşar bense toprakta...
Elimi uzatsam tutamam bile onu... Oysa
öylesine istiyorum ki onun yanında olmayı...

- Ey güzel çiçeğim, ey benim nilüferim
seviyorum seni... Lâkin öylesine çaresizim ki...
Sana nasıl ulaşacağımı bile bilmiyorum...
Evet, orada olduğunu bilmek, sesini duymak,
güzelliğini görmek bile yetiyor bana ama
istiyorum ki elini tutayım, güzelliğine dokunayım.
Gel gör ki ben bir papatyayım, sen ise bir nilüfer...
Ayrı dünyalarda yaşayan iki ayrı çiçek...

Nilüfer, karşılıksız bırakmadı papatyanın sözlerini:
- Papatyaların en tatlısı, kemandan çıkan müzik aynı
ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır. Sen başkasın,
ben başkayım, sen ordasın, ben buradayım diye yerinme.
Gönül sesine kulak ver yalnız... Bir şeyi istiyorsan
yürekten iste....Sevgi, aşk, ne büründüğün kıyafeti,
ne makamı, ne mesafeleri ne de başka bir şeyi dinler...
Onun fermanı okunmaya başladımı her şey susar.
Her şey çaresiz kalır... Sevgi söz konusu olduğunda
kişi kendi dışındaki güçlerin insafına kalmaz.
Çünkü; kendisi de güçlü bir varlık haline gelir.
Ruhunun derinliklerinden gelen bu ezgi güçlenmeye
başladıkça kayıtsız kalamaz buna tüm evren...
Sen ki benim güzelliğime, aşkınla güzellik katmakta,
yalnızlığımı örtbas etmektesin. Benim ve kendinin
varolduğumu ispatlamaktasın dünyaya.

Şimdi kapat gözlerini sımsıkı...
Sıyrıl tüm düşüncelerinden...
Yalnızca ama yalnızca beni düşle...
Yanımda olduğunu, gölün sularında
elimi tuttuğunu hayal et... İste beni...
Göreceksin ki sevginin aşamayacağı engel yoktur!

Papatya, nilüferin dediğini yaptı. Yalnızca ama
yalnızca onun hayalini doldurdu tüm benliğine.
Kendini güzeller güzeli çiçeğinin
yanında farzetti. İstedi... İstedi...

- Aç gözlerini!, dedi nilüfer.
Paptya şaşkınlık içindeydi gözlerini açtığında.
Sevgili çiçeğinin yanında,
gölün suları içinde bir nilüfer çiçeğiydi artık o da...

Sevmek...
İstemek...
Hayal etmek...
İnanmak...

Olmayacak şey yoktur!
Eğer ki; bu duygulara sahipseniz...

GÜLÜMSE

Günün birinde yeni bir işyeri açmaya kalkarsam,
benimle çalışan herkes önce gülümsemeyi bilenlerin arasından seçilecek. Ve sonra onlar problemlerin üzerinden gülümseyerek atlamayı öğrenecekler. Bütün kapıların üzerinde notlar olacak,kocaman: "GÜLÜMSE"


Güleryüzlü insanlar işsiz kalmaz, aşksız kalmaz.
Güleryüzlü insanlar eşsiz kalmaz, arkadaşsız kalmaz.
Gülümse gülüm. Dikenlerin elbette var ve olmalı.
Ama gül isen önce gülen yüzünü göster.


Çevrende güleryüzlü birini görsen sen de ona tebessüm ederdin değil mi? Elbette. Bunu, çevrendeki birine sormuştum! Onun "elbette" deyişini duydun mu? İnsanlar hazır aslında gülümsemeye, kucaklaşmaya; bir kıvılcım bekliyorlar. Ama herkes bekliyor!

Önce, rahat olmayı dene. Ben, bir karış mesafeden, gözbebeklerinde kendi mimiklerimi ve tebessümümü görerek,
bu tonda konuşuyorsam seninle; Gülümsemeni beklemeye hakkım var, değil mi? Kendini iyi hisset.
Ve gülümse.....

Gülümseyen insanlarla mı yoksa
gülümsemeyen insanlarla mı vaktini geçirmek isterdin? İşyerinde, verimin yükselir miydi? yüzüne baktığın herkes gülümsüyor olsaydı? Ve sokaktaki problemler insanlar gülümsediğinde mi
gülümsemediğinde mi daha kolay çözüme ulaşırdı? Kendini iyi hisset.
Ve gülümse....
Gülümsediğinde kendini daha da iyi hissedeceksin.


Sen "farkını" göstermek istiyorsan sıradan insanlardan; gülümsemen yeter! . Gücün, düşünme şeklin ve olumlu yapın
gözükecek gülümserken yüzünde. İnsanların içi yüzlerinden okunur. Ve içine göre değil, yüzüne göre davranılır sana! Farkını göster, herkes somurturken: "Kar hepimizin başına yağıyor ama ben gülümseyebiliyorum."

KIRMIZIGÜL
Bir ülke varmış eskiden ve bu ülkede hiç ama hiç kırmızı gül yokmuş.
bütün güller beyaz renktenmiş. bir de birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış... birbirine çok yakışyorlarmış. kız çok güzel, delikanlı ise çok yakışıklıymış. delikanlı bu kız için herşeyi yaparmış. kız ise bir şart koymuş 0rtaya, BANA KIRMIZI RENKTEN BİR GÜL GETİRİRSEN SENİNLE EVLENİRİM. delikanlı çok üzülmüş bu şarta. çünkü hiç kırmızı gül yokmuş bu ülkede. beyaz güllerlen dolu bir bahçeye gitmiş, aramış ama yok. sonra oradaki bülbüle derdini yanmış. bülbül dinlemiş genci ve en sonunda, ÜZÜLME DELİKANLI, YARIN BURAYA AYNI SAATTE GEL, KIRMIZI BİR GÜL GÖRECEKSİN... ONU AL KIZA GÖTÜR, EVLENİN MUTLU OLUN. SEN ONU ÇOK SEVİYORSUN MUTLULUK HAKKIN. demiş. çoçuk buruk halde ayrılmış orada.
ertesi gün bahçeye gitmiş koskoca bahçe beyaz güllerle dolu yanlızca en ortada kıpkırmızı bir gül., delikanlı biraz şaşkın, biraz heycanlı, biraz mutlu koşup gitmiş gülün yanına,.. ama gördüğüne çok üzülmüş. bülbül yerde, kendini dikeniyle öldürmüş olduğu gülün hemen dibinde, cansız yatıyormuş... delikanlı, kendisinin mutluluğu için bülbülün kanıylan boyadığı kırmızı gülü alıp kızın yanına gitmiş. kız arzusu gerçekleştiği için çok sevinmiş ve kendisine kırmızı gülü getiren delikanlıyla evlenmeyi kabul etmiş. ama delikanlı., BENİMLE EVLENE BİLMEN İÇİN BÜLBÜLÜN ÖLMESİ Mİ GEREKİYORDU., diyerek ayrılmış ve bir daha da hiç dönmemiş...

NOT.,
BİRİLERİNİN MUTLULUĞU ASLA BAŞKALARIN MUTSUZLUĞU OLMAMALI..

KRALIN KIZI VE BALIKÇININ ASKI

Marmarise kara yolu ile 1.5 saat uzakta. Eski zamanlarda oraların kralının kızı ile bir balıkçı birbirine aşık olmuş. Ancak dünya hali o zamanda geçerli, kral kızı balıkçıya varamaz.. Üstelik bunu söyleyen baba da kral! Hal böyle olunca kız ile delikanli gizli gizli buluşuyorlar tabii... Kral baba bunu zaman içerisinde ögreniyor ve bir gece takip ettiriyor kızını. Diyorlar ki balıkçı denizden geliyor, kız kumsalda onu bekliyor, ışıkla bulunduğu yeri işaret ediyor delıkanlıya. Ve Kral kızı ile delikanlı gün ağarana kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine... Kral bu, emirlerine kızı bile olsa karşı çıkanı öldürür. Bir gece kızını yakalıyor ve askerlerine kumsalda ışıkla balıkçıya işaret göndermelerini söylüyor. Delikanli ışığı görünce atlıyor kayığına ve koşuyor bir manga askerin içine... Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve koşmaya başlıyor sevdiğini kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür ucuna yetişmesi imkansız...Ama sevda bu, kural falan dinlemez, atıyor kendini sulara... İste o anda bir mucize gerçekleşiyor! Kızın adım attığı her yer kumsala dönüsürken peşinden koşan askerler bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla... Kız kayığa kadar koşabiliyor ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı hedefleyip sallıyor okunu... Heyhat! Kız ile delikanlı birbirlerine sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla buluşuyor... Derler ki o kumlar kızın kanı denize karışınca kırmızıya boyanmışlar... Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı, sonra ne gören var ne duyan...

ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da Kocasının sevgili Rose idi...Her Sevgililer Gününde kapısının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmışıtı.Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte. Her yıl güllere iliştirdigi karta ayni cümleleri yazardı : "Seni bu sene, geçen senekinden daha çok seviyorum." Birden, bunların son gülleri oldugunu düsündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Öleceğini nasıl bilebilirdi? Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi.Gülleri özenle içeri taşıdı. Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine, gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce gülleri ve fotografı seyretti. Sessizce... Bitmek bilmeyen bir yıl geçti. Yapayanlız ve hüzün dolu bir yıl...Sonra bir sabah kapı çalındı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi kıpkırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Saşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı.Onu bu kadar üzmeye kimin ne hakkı vardi? Biliyorum dedi, çiçekçi. Eşinizi geçen yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlayıp, parasını da ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı. Kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istedigi kart. Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapadı . Parmakları titreyerek zarfı açtı. "Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart. "Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen,kalan ben olsaydim neler çekerdim, kim bilir ? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim, benim. Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.Her zaman da sevecegim. Ama yaşamalısın. Devam etmelişin. Lütfen mutluluğu yeniden yakalamaya çalıp. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdigim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak."

Şimdi bunu tüm sevdiklerinize gönderin LÜTFEN..

Hayata İyi Bakın!!!

 
BİR GÜLÜN HİKAYESİ
Onlarla yıllar önce tanıştım. Bir bar veya diskotek yada gece kulübü, yani yemekten sonra dans edip, eğlenmeye, müzik dinlemeye gidilebilen bir yerde. Ben masalardan birinde, tek başıma vazonun içinde duruyordum. Canım sıkılıyordu aslında. Özel olarak bu iş için, evleri, barları, restoranları ve işyerlerini süslemek, insanlar tarafından sevdiklerine hediye edilmek üzere yetiştiriliyordum. Benim kaderimde de buraya satılmada vardı, sevdiklerimden ayrılmış, bu vazoya yerleştirilmiştim. Can sıkıntısı içinde akibetimi bekliyordum daha ne kadar yasayacağımı bilmeden. Kimse benimle ilgilenmiyordu. O gelene kadar... Çok güzel bir kadındı. Simsiyah saçları, düzgün vücudu, sade elbisesi ve benim kadar kırmizi dudakları kadar yıldız gibi parlıyordu. Kapıdan içeri girer girmez gözüm takıldı. Onun elinde, saçında veya yakasında olmak isteğiyle dolup taştım birden. Boş masama otursunlar diye dua ettim. Yanında birileri vardı, etrafa bakıyorlardı. Bende bakındım ve kalbim çarpmaya başladı, benden başka boş masa yoktu, demek ki bana geleceklerdi. Yanılmamıştım. Oturur oturmaz beni fark etti. Tanrım ne güzel bir kırmızı gül diyerek önce beni seyretti, sonra yapraklarıma yumuşak elleriyle dokundu, daha sonra burnuna götürdü beni. Ben onun dokunuşları ve kokusuyla ürperirken oda benim kokuma bayılmıştı. Eline alıp, uzunca bir süre tuttu beni. Arada bir kokladı, kokumu içine çekti. Erkeklerden ikisi benim güzelle ilgileniyordu. Aralarında gizli bir rekabet vardı. İkisi de arkadaştılar, daha doğrusu iş ilişkileri vardı ama güzel kadın yüzünden birbirlerinden nefret ediyorlardı. Bir ara adamlardan esmer olanı dansa kaldırdı kadını. Beni yerime bırakıp eşlik etti adama. Uzaktan izledim onları, konuşmalarını duymuyordum ama anladığım kadarıyla tam anlamıyla asılıyordu. Benimkide gülümsüyor, arada bir başını eğiyor, bir şeyler söylüyor, çoğu zamanda bakışlarını adamdan kaçırıyordu. Sıkıldığını anlamıştım. Tam oturmuşlardı ki, sarışın olani kaldırdı dansa. Onu da kırmadı. Aşağı yukarı ayni şeyler cereyan etti. Ama bu adam daha kibardı ve sanırım ondan daha cok hoşlanmıştı. Derken... Derken o çıkageldi. Hiç beklemediğim, ummadığım bir anda masaya geldi. Diğerlerinin arkadaşıymış kadınla ilk kez tanışıyorlardı. Küçük bir merasimden sonra kadının yanına oturdu. Ben yine onun ellerindeydim... Birden kadının kulağına eğilip, "kırmızının sana çok yakıştığını biliyor musun?" dedi. Sesi çok ateşliydi. Doğrusunu isterseniz, ben bile etkilenmiştim. Gözlerini kaldırıp ona gülümsediği an bakışlarının son derece çarpıcı olduğunu gördüm. Benim ki daha etkilenmişti. İkimizde dikkatlice incelemeye başladık adamı. Kendini beğenmis bir havasi vardı. Yakışıklıydı Allah için, Şık ve iyi giyimli, ağzı laf yapan biriydi. Sık sık kulağına bir şeyler söylüyor, oda çapkına gülümsüyordu. Meğer oda benim gibi kapıdan içeri girdiği andan itibaren güzel kadını izlemiş. Birkaç dakika sonra iş isten geçmişti. Tahmin ettiğim şey gerçekleşti. Yukarılarda dolaşan Eros, ikisini görür görmez oklarını kalplerine sapladı. O andan itibaren yalnızca ikisi vardı orada. Birlikte dans ettiler, sarıldılar, konuştular... Bende mutluydum ama birazdan onların gideceğini düşünmek acı veriyordu. Daha goncaydım, en azından bir haftalık ömrüm vardı, ama bundan sonraki günlerimi burada, bu karanlık yerde geçirmek istemiyordum. Beni alırmıydı giderken? Yanında götürürmüydü? Ben bu duygularla doluyken kalkmakta olduklarını fark ettim. Tanrım gidiyordu! Gidiyorlardı. Adam geldikten sonra benimle hiç ilgilenmemişti. Beni unutmuştu. Ayağa kalktı, çantasını aldı, ceketini omuzlarına attı ve yavaş yavaş uzaklaştı masadan. Beni bırakarak... Kahrolmuştum. Bütün ümitlerim sona ermişti. Ona son bir kez veda etmek üzereyken, genc adamın masaya döndüğünü gördüm. Bir şey unutmuştu herhalde. Geldi bana uzandı. Yoksa... Beni aldı, önce kokladı, kokumu onun yaptığı gibi içine çekti ve onun yanına gitti... Gözlerinin içine bakarak "bütün bir gece çok hoş bir ikiliydiniz, onu yalnız mı bırakacaksın" diyerek beni uzattı. Daha önce biraz kıskanmıştım, ama o anda çok sevdim bu adamı. Sarılıp öpmek geldi içimden. O gece ve sonrası onlarla birlikte aşkı, mutluluğu, tutkuyu, ihtirasi yasadım. Çok büyük bir aşka tanık oldum. Ama korkuyordum. Hislerim bu aşkın uzun sürmeyeceğini söylüyordu. Evet çok seviyorlardı birbirlerini ama başka dünyaların insanıydılar... Her şeyleri farklıydı. Bu ilişki onları tüketecekti... Beni bir hafta boyunca vazoda baktı. Her gün suyumu değiştirdi, uzun yaşamam için vitaminlerle besledi beni. Her sabah yataktan kalkınca okşadı, sevdi, kokladı. Her akşam eve geldiğinde benimle ilgilendi. Yapraklarımın dökülmekte oldugunu fark edince kurumamamı, yapraklarımın dökülmemesini sagladı. ömrümü uzattı. Aradan yıllar geçmesine rağmen hala yaşıyordum. Hala onunla beraberim. Onun yatağının başucundayım. Ben onunlayım ama buluşmamızı sağlayan bizimle değil artık. Korktuğum başıma geldi. Bir yıl sürdü ilişkileri. Aşk dolu geceler yerini kavgalara bırakti. Hic istememe ragmen birbirlerini kirmalarina sahit oldum. Onunla birlikte bende ağladım. Her kavga, daha tutkulu bir barışmayla sonuçlanıyordu. Ama sonra bir gün gitti ve bir daha hiç aramadı... Ama o günden sonra her gün bir arkadaşım geldi evimize. Her gün kırmızı bir gül getirdi çiçekciler. Kimden geldiğine dair hiçbir not olmadı güllerin üzerinde. Ama oda bende kimin gönderdiğini biliyorduk. Aradan yıllar geçti, başkaları geldi gitti eve. Ama o hiç gelmedi. Gülü hep geldi. O da güllerin hiçbirini atmaya kıyamadı. Hepsini yaprakları dökülmeye basladıktan sonra kuruttu, yaprakları ufaladı, banyoda, odalarda sakladı. Saklamaya devam ediyor... Bu güzel kokulu evde ben öldüm bir gün ve... benimle birlikte o güzel kadın da öldü.
Ama ev hala onun kokusuyla doluydu...

AYAZDA BİR YÜREK
Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yataga eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı farketti sanıyorum. Ama birşey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktigini hissettim. Günlerdir dogru dürüst birsey konusamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...
Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...
Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşi hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyaci vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Asıinda ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk... Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek'ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. "Benim de yüreğim hep ayazdadır", diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü birsürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını farkettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...
Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...
- Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne oldugunu sordu.
- Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı...
- Evet, Claude Saute'nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..
- Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.
İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...
- Şu an ne iş yapıyorsunuz?
- Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasil?
- Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavus iliskileri geçerlidir. Yoz, çürümüs bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...
-Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?
- İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...
- Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka birseyler yapmalıyım.
-Şu an neredesiniz?
-Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?
- Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
-Yalnız mısınız?
- Evet, yalnızım.
- Birlikte oldugunuz kimse yok mu?
-Neden sordunuz?
- Hiç işte, öylesine sordum.
- Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil. Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı?
- Evet, var...
- Ne iş yapıyor?
- Yazar. Oldukça da tanınmıs bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.
- Nerede yazıyor?
- Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?
- Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aşıtı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...
-Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptiği işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.
-Hayatında başka biri olabilir mi?
-Biri degil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.
-Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?
- Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.
- Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?
- Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...
- Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...
-Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini...
Peki, siz birlikte olduğunuz insanla herşeyinizi konuşabiliyor musunuz?..
- Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...
-Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
-Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.
- Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Herşey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...
- Aşk çok güzel birşeydir, ama kısa ömürlüdür.
-Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta hata aramayalım. Aslında bizler benciliz. Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmus gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördügünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum,ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacim var.
- O bunları biliyor mu?
-Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım.
Yalnızlığı ve yazılarıyla başbaşa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...
-Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma birşey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı. Küçük bir çocuk karpuz yerken, çekirdeklerinden birini soluk borusuna kaçırmış. Aradan günler geçmis. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan sözedilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız, ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldügümüzü anlamaz...
- Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi. Bana ne yaptınız böyle. Herşeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım birşey var...
- Nasıl birşey?
- Sanki sizi çok eskiden beri taniyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.
- Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..
-En çok nereye mesela?..
- Trabzon'daki Uzungöl'e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir... Tıpkı aşk gibi...
- İnanmayacaksaniz belki ama, ben de orasını düşünmüştüm. Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüzyüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...
- Farkında mısınız, sabah oluyor?..
- Evet, vaktin nasıl geçtiğini farketmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüzyüze görüşmek istiyor musunuz?
- İstemiyorum, desem yalan olur.. Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl'e yola çıkmak istiyorum..
-Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?
- Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...
- Hazırım... Ben biraz deliyimdir.Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...
- Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...
-İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...
- Peki sevgiliniz?..
-Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı
Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli...
-Akif Kurtuluş'un dizeleri yanılmıyorsam..
-Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
-Nerede ve kaçta buluşuyoruz?
- Atatür Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00'de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?
- Onu arar, herşeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşçakalın...
Ve birkaç dakika sonra telefonum ardarda 2 kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi: Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu. Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.
Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama birtürlü çıkamadığımız o uzun yola...

TELEFONDAKÝ SES

David o gün çok yoğundu,seçim kampanyaları devam ediyordu.Aceleyle çevirdiği telefonda karşısına çıkan şarkı gibi bir sesle karşılaşınca şaşırdı.Özür dileyip kapattı.Ama o hoş ses aklından çıkmıyordu.Ertesi gün sabah erkenden o numarayı aradı.Telefon çalarken kalbi çok hızlı çarpıyordu.Evet karşısında yine o tatlı ses vardı.Kendisini tanıttı. Konuşmaya başladılar.Konuştukça kızdan dahada etkileniyordu. Günler geçti .Hergün onunla konuşuyordu,onun sesini duymadan güne başlayamıyordu.Kızgın olduğunda sakinleştiriyor,üzgünken neşelendiriyor,monoton günlerde yeni heyecanlar aşılıyordu. O soğuk kış günleri bu sıcacık sesle ısınmış ve bahar gelmişti. Bu arada seçim kampanyalarıda çetin bir şekilde devam ediyordu.Bu arada aklından ve kalbinden çıkaramadığı o kızla evlenmeliyim diye düşünmeye başladı.Bu kampanyası içinde olumlu olurdu.Danışmanı başının etini yiyordu." Evlenirsen ,raitingin 10 puan artar diye...Şu ana kadar bu konuyu pek ciddi düşünmemeşti.Neden olmasın dedi ve hızla telefonu çevirdi. Hiç nefes almadan evlenmek istediğini söyledi ,kampanyasını anlattı,hayallerinden bahsetti,seçimden sonra karayiplerde bir balayından bile bahsetti.Onun çoşkusu genç kızada geçmiştiAma bir anda sessizleşti ve mırıltılı bir sesle " henüz beni görmediniz ,ya beğenmezseniz." dedi.David" bu kadar güzel bir sesin ve kalbin sahibi çirkin olamaz herhalde" dedi.Bu arada eski neşesini ve çoşkusunu kaybetmişti.O zaman yarın buluşalım dedi. Buluşacakları yeri konuştular. Ertesi gün David heyecanla buluşacakları yeregeldi.Biraz sonra uzaktan yanında köpeği ile güzel bir kız geliyordu. Acaba o mu diye düşündü.Ama parkın o kısmındaki tek kişi olmasına rağmen ona bakmıyordu. Uzaklara çok uzaklara bakıyordu.Sanırım o değil dedi. Kızın gözlerinde güneş gözlükleri vardı.Kızın gözlerinin ne renk olduğunu düşünmeden edemedi. Kız David ile telefondaki meleğin buluşacağı havuzun yanına kadar geldi.Oda ne elinde bir beyaz baston vardı.David şaşkınlıkla ona bakakaldı. Bu o telefonlarda konuştuğu meleğiydi.Ama o kördü.Ne yapmalıyım diye düşündü. Kaçıp gitmeli mi ? Herşeye rağmen elini tutup konuşmalı ve onunla evlenmeli miydi ? David yutkundu ve birkaç adım atıp,kızın yanından geçip sessizce gitti. Parkın dışına çıktığında son birkez dönüp kıza baktı.Kız hala uzaklara doğru bakıyor,köpeğiyle konuşuyor ve David bekliyordu. David günlerce, onu bekleyen kızın hayalini unutamadı. Sürekli doğruyu yaptığına kendini inandırmaya çalışıyordu. Bazen eli telefona gidiyor, o gün işim çıktı gelemedim deyip,yine herşeye yeniden başlamayı düşünüyordu. Günler geçti ve seçimler sonuçlandı.David seçimleri kaybetti.New Jersey valisi olamamıştı.Yine avukatlığa devam etmeye başladı. Noel hazırlıklarının devam ettiği o öğlen, sekreteri içeri girerek, davanın 25 dk sonra olacağını hatırlattı. Hızla hazırlandı. Çantasını alıp adliyeye gitti. Yerine geçti oturdu. Önemli bir tecavüz davası görülüyordu ve sanığı David savunacaktı, işi zordu. Biraz sonra karşı taraf ve hakimde yerlerini almıştı. David ilk tanığa sorusunu sordu.Moralinin bozulmaması için karşı tarafın avukatına dönüp bakmamıştı bile. 2.tanık ile ilgili notlarına bakarken, yüksek topuklu bir ayakkabı sesi duydu.Karşı tarafın avukatı tanığın yanına gidiyordu. Avukat konuşmaya başladı.Bu ses çok sert,acımasız ama bir o kadarda tanıdık geldi. Başını kaldırdı daha bir dikkatle baktı. O sırada saçlarını sımsıkı topuz yapmış, menekşe gözlü, dudakları bir çizgi gibi kapalı avukatla gözgöze geldi. İşte o anda gözlerinde birden başka bir görüntü canlandı. Çağlayan gibi omuzlarından aşağı sarkan sarı saçlar, heran gülmeye hazır yürek şeklinde dudaklar, melek gibi bir yüz ve güzel bir vücut. Bu o parktaki kız olabilir miydi..? Yoksa halisülasyonlar mı görmeye başlamıştı. 2 saat sonra dava bittiğinde hiç bir şey hatırlamıyordu.Yanından hızla geçen avukatın peşinden koşup bahçede yakaladı.Tam ağzını açıp konuşacaktı ki. O menekşe göze ta gözbebeklerinin içine kadar sımsıcak bir şekilde baktı; o çizgi halindeki dudaklar güller gibi açarak gülümsedi ve şarkı gibi melodik bir ses duyuldu. " Merhaba o gün parkta sana şaka yapmak istemiştim..Herşeye rağmen beni isteseydin, cesurca yanıma gelip bana telefondaki meleğim demiş olsaydın. Ya da 1-2 saniye daha bekleyebilseydin. Sana evet demek için gelmiştim.Oysa sen kendi kalbini sınavdan geçirdin ve başarızsız oldun.? Bu arada, sürekli aradığın... ya da parktaki günden sonra hiç aramadığın telefon, ofisimdeki direkt telefondu." Ve telefondaki melek yürüyüp gitti?...

KÜÇÜK KIZ

Evvel zaman içinde düşlerinin kadınıyla evlenmiş iri yarı bir adam varmış. Aralarındaki büyük sevgi güzel küçük bir kız yaratmış. Küçük kız büyürken iri yarı adam ona sarılıp " seni seviyorum küçük kız " dermiş. Küçük kız hemen öfkelenir ve " Ben artık küçük bir kız değilim" diye yanıt verirmiş . O zaman iri adam güler ve " Ama sen hep benim güzel kızım olarak kalacaksın" şeklinde konuşurmuş . Artık küçük kız olmayan küçük kız günün birinde evden ayrılmış ve kendisini bekleyen dünyaya adım atmış. Kendisiyle birlikte " iri yarı adamı da daha yakından tanımaya başlamış. O adamın en güçlü yönlerinden biri ailesine olan sevgisini dile getiremezmiş. Birgün artık küçük olmayan küçük kız bir telefon almış. İri yarı adam hastaymış .Bir kalp krizi geçirmişKonuşamıyor, gülümsemiyor, yürüyemiyor sarılamıyor ve artık küçük kız olmayan kızına " Seni seviyorum diyemiyormuş". Koşmuş babasının yanına ve küçük kız yapacağı tek şeyi yapmış. İri yarı adamın yattığı yatağa oturmuş ve babasının artık hiçbir işe yaramayan omuzlarına sarılmış. Başını babasının göğsüne yaslayıp düşünmeye başlamış. İri yarı adamın her zaman nasıl koruduğunu, nasıl şefkat gösterdiğini düşünmüş. Kendisini rahatlatan sevgi sözcüklerini artık hiçbir zaman işitmeyeceğini anlamış. Sonra iri yarı adamın yüreğinin sesini duymuş. İri yarı adamın kalbi aralıksız atıyorumuş, tüm bedeni artık işe yaramasa da . Ve o an sihirli birşey olmuş işitmek istediği sesi duymuş. Ta derinden babasının kalbinden gelen.


Hekimoğlu

Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim.
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi

Çiftlice Muhtarı puşttur pezevenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek

Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.

Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır.

İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.

Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.

Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey,
kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler.

Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.

Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla

işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın <<puştluğu>> yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle <<yaman cenk>> olur orada.

Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.

2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.

Hekimoğlu, tipik bir <<erdemli başkaldırıcı>> örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.

Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir. Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı <<aynalı martin>>le özdeşleşmiştir.

Bu site @limaday İNTERNET HİZMETLERİ tarafından yapılmıştır.
ALİM ADAY @ 2005